Doğanın eşsiz güzelliklerini barındıran Türkiye'nin güneydoğu bölgesi, özellikle Diyarbakır, birçok nadir ve korunması gereken canlı türüne ev sahipliği yapıyor. Son günlerde bölgedeki ekolojik dengeyi tehdit eden unsurlar, kaçınılmaz olarak bu canlıların yaşamını tehlikeye atıyor. Yapılan son gözlemler, nesilleri tükenme tehlikesi altında bulunan üç farklı türün Diyarbakır çevresinde görüntülendiğini ortaya koydu. Bu durum, hem doğa bilimciler hem de çevre aktivistleri için alarm zillerinin çalması anlamına geliyor.
Diyarbakır'da yapılan gözlemlerde yer alan üç tür, bölgenin ekosisteminin korunmasının kritik bir parçası olarak kabul ediliyor. Bu türler arasında; Anadolu leoparı, kuşaklı su samuru ve Dicle nehrine özgü bir tatlısu balığı türü bulunuyor. Her biri, doğal yaşam alanlarının daralması ve iklim değişikliği gibi nedenlerden ötürü tehlike altında. Özellikle Anadolu leoparı, Türkiye'nin sadece birkaç bölgesinde kalmış son bireyleriyle, yok olmanın eşiğine gelmiş durumda. The Brown International Conservation Group'un yaptığı araştırmalara göre, bu leoparların sayısı ülke genelinde sadece 50'li rakamlara kadar gerileyebiliyor. Bu durumda Diyarbakır çevresinde yapılan gözlemler, bu türün geleceği açısından hayati bir öneme sahip.
Bunun yanı sıra, kuşaklı su samurunun da korunma altına alınması gereken bir tür olduğunu belirtmek gerekiyor. Su ve göl alanları, bu samurlar için ideal yaşam alanları oluştururken, habitat kaybı ciddi bir tehdit oluşturuyor. Dicle Nehri etrafındaki sanayileşme ve tarımsal faaliyetlerin artırılması, bu türün doğal yaşam alanlarını tehdit ediyor. Su samurlarının sevdiği su ekosistemleri, bu canlıların çoğalmasını sağlarken, kirlilik ve su seviyelerinin düşmesi gibi unsurlar da onların yaşamını tehdit ediyor.
Diyarbakır'da tespit edilen bu nadir türlerin durumu, bölgedeki çevre koruma projelerinin önemini de gözler önüne seriyor. Yerel ve uluslararası doğa koruma dernekleri, bu türlerin korunması amacıyla çeşitli projeler yürütmekte. Eğitim ve farkındalık çalışmalarının yanı sıra, avlanmanın kontrol altına alınması ve habitatların korunması gibi stratejiler de geliştirilmekte. Bu çabaların yalnızca bu türleri değil, bütün ekosistemleri koruma amacı taşıdığı unutulmamalıdır.
Yerel halk da, bu türlerin korunmasına yönelik bilinçlendirilerek, doğal yaşam alanlarının korunması için yeni adımlar atılmasını desteklemeye teşvik ediliyor. Doğa sever toplulukların, yerel yönetimlerle iş birliği yaparak bu türler için koruma alanları oluşturması, hem biyolojik çeşitliliği artıracak hem de ekoturizmin gelişmesine olanak tanıyacaktır. Sonuç olarak, Diyarbakır'da tespit edilen bu üç tükenmekte olan tür, sadece bölge için değil, Türkiye’nin ekolojik denge ve sürdürülebilirlik çabaları açısından da kritik bir öneme sahip. Eğer gerekli adımlar atılmazsa, ilerleyen yıllarda bu türlerin birer hatıra olarak kalma riski ile karşı karşıyayız.
Şimdi ise yapılması gereken, bu türlerin korunması için kolektif bir bilinç oluşturmak ve harekete geçmektir. Hem yerel halkın hem de dünya genelindeki doğa severlerin katkıları ile bu canlıların yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli önlemler alınmalıdır. Aksi takdirde, doğanın sunduğu bu değerli hazineleri kaybetmek, sadece bir doğal felaket değil, aynı zamanda tüm insanlığa kayıptır.