Ülkemizde son dönemde birçok davada ses getiren gelişmeler yaşanırken, Narin Güran davası da bu davalardan biri olmayı sürdürüyor. Genç bir kadının hayatına mal olan olayın ardından, ceza yargılaması sürecinin gidişatı ve bu süreçte görev alan hakimin kararları kamuoyunu ikiye bölmüş durumda. Bu bağlamda, Güran davasının hakimi için alınan şikayet kararları, Türkiye’de adalet mekanizmasına olan güveni zedeleyebilir ve hukuk sistemine dair tartışmaları yeniden alevlendirebilir.
Narin Güran, 2022'nin Ocak ayında henüz 25 yaşındayken hayatını kaybetti. Genç kadının yaşamını yitirmesi, ne yazık ki bir cinayet davasına dönüştü. Dava süreci boyunca, ailenin avukatları defalarca kez şikayet ve itiraz süreçleriyle mahkeme kararlarını sorguladı. Adalet arayışında olan Güran ailesi, mahkeme heyetinin kararlarını yetersiz buldu ve hakimi HSK’ya şikayet etme kararı aldılar. Çeşitli iddialar ve tartışmalarla gündeme gelen davada, hakimin verdiği kararların ne denli adil olduğu üzerinde de pek çok kez duruldu.
Hakimlerin davranışlarını denetleme görevini üstlenen Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK), bu tür şikayetlerle karşılaştığında süreci titizlikle yürütmekle yükümlü. Narin Güran davasının hakimi, gerek duruşmalardaki tutumu gerekse kararlarında gösterdiği tutarsızlıklarla dikkat çekmişti. Aile, hakimin davada sergilediği tavrı ve aldığı kararların kadın cinayetlerini yeterince cezalandırmadığını öne sürerek HSK’ya başvurdu. Bu durum, yalnızca Güran ailesini değil, toplumun geniş kesimlerini de derinden etkileyen bir mesele haline geldi.
Narin Güran’ın davası, toplumsal cinsiyet eşitliği, adalet ve kadın hakları konularında ciddi bir tartışma yaratmaya devam ediyor. Özellikle, tanıkların ifadeleri ve delillerin değerlendirilmesi sonrasında bazı gözlemciler, hakim kararlarının yeterince objektif olup olmadığını sorgulamakta. HSK'ya yapılan başvurunun ardından, mahkeme süreçleri ve hakimlerin karar verme mekanizmaları Halkın Adalet anlayışına ne kadar hizmet ediyor sorusunu gündeme taşıdı. Bu durum, Türkiye’nin yargı sistemine duyulan güvenin ne denli sarsılabileceğine dair kaygıları artırıyor.
Özellikle kadın hakları alanında erkek egemen bir tutumun varlığı tartışılmakta iken, Narin Güran davası üzerinden yürütülen bu tür eleştirilerin temeli de atılmış oluyor. Daha önceki benzer davalarda da yaşanan sıkıntılar, toplumda derin yaralar açmakta ve kadın cinayetlerini önleyici tedbirlerin zamanında hayata geçirip geçirilmeyeceği üzerindeki tartışmalara zemin hazırlıyor. Hakim HSK’ya şikayet edilmesiyle birlikte, Narin Güran davasının yalnızca bir hukuki süreçten ziyade, sosyal ve kültürel bir meseleyi de gözler önüne serdiği aşikâr.
Gelişmeler, kamuoyunun gündeminde kalmaya devam ederken, Narin Güran’ın ailesi adalet arayışlarını sürdüreceklerini ve gerekirse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmayı da düşünebileceklerini ifade ediyor. Davanın ilerleyen süreçlerinde, hakimin alacağı yeni kararlar ve HSK’nın vereceği yanıtlara bağlı olarak, Türkiye’de yargı sistemine duyulan güvenin ne yönde değişeceği merakla beklenmektedir. Bu dava, Türkiye’deki hukuk sisteminde adalet arayanlar için bir dönüm noktası olabilir.