Türkiye, son yıllarda sosyal ve sağlık alanlarında büyük ilerlemeler kaydetmesine rağmen, bazı bölgelerinde hala ciddi sorunlar yaşanıyor. Bunlardan biri de, hayati bir iletişim sorunu olarak öne çıkan işitme engellilik ve konuşma güçlüğü durumu. Özellikle Türkiye'nin batısında yer alan bir mahalle, bu sorunun en çarpıcı örneklerinden birine ev sahipliği yapıyor. Burada, yeni doğan çocukların büyük bir kısmının doğuştan sağır ve dilsiz olduğu kaydedildi. Bu durum, aileleri derinden etkiliyor ve toplumda çeşitli sosyal sorunlara yol açıyor.
Mahallede yapılan araştırmalara göre, her on beş yeni doğan çocuktan birinin doğuştan işitme kaybı ya da konuşma engeliyle dünyaya geldiği ortaya çıkmıştır. Aileler, bu durumla başa çıkabilmek için çeşitli terapiler denemesine rağmen, sonuçlar genellikle hayal kırıklığı yaratıyor. Uzmanlar, bu tip doğumların genetik faktörler, çevresel etkiler ve prenatal bakım eksiklikleri ile belirginleştiğini belirtiyor. Dolayısıyla, ailelerin bilgi eksikliği ve sağlık hizmetlerine ulaşımda yaşanan zorluklar, bu sorunun büyümesine neden oluyor.
Mahalledeki sağlık kuruluşları, özellikle işitme kaybı ve iletişim bozuklukları konusunda yetersiz kalıyor. Kontrollerin eksikliği ve farkındalık düzeyinin düşük olması, bu durumu daha da kötüleştiriyor. Aileler, çocuklarının tedavi ve eğitimine yönelik maddi ve manevi yükler altında ezilirken, çoğu zaman nasıl ilerleyeceklerine dair rehberlik almakta zorlanıyorlar. Bu bağlamda, yerel yönetimlerin ve sivil toplum kuruluşlarının newsublarya yönelik çalışmalar yapması ve farkındalık artırıcı kampanyalar düzenlemesi hayati önem taşıyor.
Bu mahallede yaşayan ailelerin çoğu, doğuştan engelli çocuklarıyla birlikte pek çok zorlukla karşı karşıya kalıyor. Sosyal destek yetersizliği ve ekonomik zorluklar, ailelerin birbirleriyle dayanışma ve destek mekanizmalarını zayıflatıyor. İşitme ve konuşma engelli bireylerin eğitim ve istihdam olanakları kısıtlı olduğundan, ailelerin gelecek kaygısı giderek artıyor. Özellikle engelli çocukların bakımını üstlenen ebeveynlerin iş bulma şansları düşüyor ve bu da ailelerin maddi durumunu olumsuz etkiliyor.
Bu durum, mahallede sosyal ayrışmaya ve stigmatizasyona neden olmaktadır. Sağır ve dilsiz bireyler, sıklıkla dışlanarak, toplumdan izole bir şekilde yaşamak zorunda kalıyor. Bu nedenle, bireylerin sadece fiziksel değil, aynı zamanda psikolojik güvende de olabilmeleri için toplumda bir değişim umut edilmektedir. Mahalle sakinlerinin, işitme kaybı yaşayan çocukları kabul edici bir ortamda büyümesine olanak tanımak üzere bir araya gelmeleri kritik öneme sahiptir. Toplumun her kesiminde engellilik konusunda bir farkındalık oluşturulması, onlara karşı olan ön yargıları kırabilir.
Sonuç itibariyle, mahallede yaşanan bu acı durum, sadece bireylerin değil, tüm toplumu ilgilendiren önemli bir meseledir. Herkesin sorumluluk alarak engelli bireyler için daha kapsayıcı, anlayışlı ve destekleyici bir toplum oluşturulması mümkün. Türkiye’nin diğer bölgeleri için de örnek teşkil edebilecek bu durum, benzer sorunların farkındalık yaratmak için harekete geçirilmesi gerektiğini gösteriyor. Engelli çocukların ihtiyaçlarına yönelik projelerin geliştirilmesi ve bu konuda toplumun bilinçlendirilmesi, gelecekte bu sorunların önüne geçilmesi adına önemli adımlar olacaktır.